Haftaya Bakış (277): Meclis komisyonu belirsizliği | CHP'nin yol haritası ne ola-cak?

25.07.2025 medyascope.tv

25 Temmuz 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız Haftaya Bakış’ı yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘Haftaya Bakış’la karşınızdayız. Yine Kemal Can'la haftanın öne çıkan olaylarını konuşacağız. Kemal, merhaba.
Kemal Can: Merhaba, Ruşen.

Ruşen Çakır: Şimdi komisyon meselesi var. Bu pazartesi deniliyordu ama bir sonraki pazartesiye kalmış. 31 Temmuz saat 17'ye kadar partilerden isim söylenmesi istenmiş. Bugün ayın 25'i olduğuna göre, perşembe günü isimlerin verilmesi gerekiyor, değil mi?
Kemal Can: Evet.

Ruşen Çakır: Elli bir kişilik komisyon için AK Parti'den yirmi bir, CHP'den on, DEM ve MHP'den dörder, İYİ Parti ile Yeni Yol’dan üçer isim istenmiş. TİP, EMEP, Hüdapar, Yeniden Refah Partisi, Demokrat Parti, DSP de birer milletvekili bulunduracak. Zaten Demokrat Parti ve DSP'nin birer milletvekili var, onlar girecek demektir. Sonuçta baktığımızda, 51 kişilik komisyonda AK Parti ve MHP toplamı 25 ediyor. HÜDA PAR eklendiği zaman, 26 ediyor. DSP eklendiği zaman da 27 ediyor.
Kemal Can: Evet.

Ruşen Çakır: Sonuç olarak, eğer komisyon kararlarında salt çoğunluk aranacaksa Cumhur İttifakı'nın dediği olacak.
Kemal Can: Evet, salt çoğunluğu sağlıyor.

Ruşen Çakır: Nitelikli çoğunluk talebi vardı. Henüz onlar belirlenmedi. Ama anladığım kadarıyla Erdoğan buradan salt çoğunluk isteyecek ve salt çoğunluk olacağı zaman da bütün tartışmalar, her şey bir kenara, Cumhur İttifakı aldığı birtakım kararları komisyondan geçirtmek gibi bir taktik izleyebilir. Şu ana kadar meclis çalışmalarında iktidar partisinin muhalefete herhangi bir şekilde, en ufak bir konuda bile tolerans göstermediğini düşünürsek, ilk akla gelen bu. O zaman da tabii komisyona gitmek, komisyonda olmak, komisyonda tartışmak bir yerden sonra muhalefet partileri için çok da anlamlı olmayacak. Özellikle Cumhuriyet Halk Partisi. En çok önemli olan husus o. Burada tabii şu önemli: DEM Parti'nin katılacak olan dört milletvekilinin komisyonda kimden yana tavır alacağı. Yani Cumhur İttifakı'nın öne sürdüğü birtakım kararlara DEM Parti de destek verirse, o zaman çok daha fazla sayıda ‘’evet’’ oyuyla gitmiş olacak. Ama şu hâliyle rakamlara baktığımız zaman, bi eski tas eski hamam çağrışımı yapıyor açıkçası. Ve komisyona yönelik, özellikle CHP'de ki birazdan konuşuruz, başka tereddütler var. CHP'nin, komisyonun işleyişinden ziyade içeriğiyle ilgili tereddütleri, itirazları ve talepleri var biliyorsun. En son Ekrem İmamoğlu’yla yaptığım röportajda https://medyascope.tv/2025/07/24/ekrem-imamoglu-medyascopea-konustu/ kendisinin de söylediği gibi, CHP’liler ‘’Terörsüz Türkiye ve demokratikleşme komisyonu istiyor. Ama iktidar partilerinin, Cumhur İttifakı’nın, ‘’Terörsüz Türkiye,’’ yani olayın PKK'nın silah bırakması ve kendini feshetmesiyle sınırlandırılan bir hukuki düzenleme, şu bu yapılacaksa, o kapsamda yapılacak bir komisyon tasarımları var. Yani demokratikleşmeyi içeren bir komisyon hikâyesi yok. Şimdi CHP'nin diğer rezervlerini sonraya bırakarak şu rakamlar üzerinden biraz gidelim. Sen buradan iktidarın, ‘’bu olay bambaşka bir olay, burada tabii ki nitelikli çoğunluk gerekir’’ diyeceğini düşünüyor?
Kemal Can: Erdoğan'ın böyle bir şey diyeceğini düşünmüyorum. Niye düşünmüyorum? Şimdiye kadar yaptıklarından dolayı düşünmüyorum. Üstelik bu komisyon meselesini ve süreci taşımaya çalıştığı yer konusunda, uzun zamandır söylemeye çalıştığım şeylerle uyumlu düşünürsek, zaten niyetin de bu olmadığını düşünüyorum. Yani şimdi komisyona Öcalan'ın, DEM Parti'nin, baştan itibaren pozitif bir görüntü veren, en azından İYİ Parti gibi daha sert bir baraj koymayan CHP'nin yaklaşımıyla, DEM Parti'nin yaklaşımıyla Erdoğan'ın yaklaşımı başından itibaren zaten farklıydı. Bunu geçen haftaki yayında https://medyascope.tv/2025/07/18/19-mart-suruyor-video/ da konuştuk; daha önce başka aşamalarda da olduğu gibi, bu komisyon tartışması yükselince, Erdoğan’ın, bu komisyon meselesini, çıkıp ‘’tarihi açıklama’’ diyerek üçlü bir yol arkadaşlığını tarif edip CHP'yi dışarıda bırakmasından anladığımız gibi, bu sürecin de aktörlerini ve bu sürecin dışında kalmasını istediği kesimleri gayet net işaret etmişti: “Eğer kimse gelmiyorsa biz bu üçlüyle yola devam ederiz’’ dedi. Şimdi bu komisyon meselesini de getirdiği yer, ‘’mümkünse başka kimse gelmesin. Gelirse de zaten etkisiz olacağını bilerek gelsin.’’  Biraz sonra tartışacağımız, CHP'deki ve CHP'ye yansıyan rezervleri kışkırtacak biçimde ancak meşruiyet yaratma gibi bir fonksiyondan ibaret olabilecek bir varlığı kimse kabul etmeyince, ‘’biz üçlü olarak yola devam ederiz’’ tezinin, “E biz ne yapalım? Çağırdık gelmediler’’ şeklinde meşrulaştırılması arayışı var. Komisyonun, senin biraz önce okuduğun sayısal dağılımı, salt çoğunluk esasına göre düşünüldüğünde, zaten baştan Erdoğan'ın dediklerini yapacak bir salt çoğunluğu hazırlamış, tıpkı, meclisin diğer komisyonlarında olduğu gibi, her meclis komisyonuna gelen teklifin AKP ve MHP oyları tarafından reddedilerek ya da komisyonda iktidardan her gelen şeyin kabul edilerek geçtiği, herhangi bir meclis komisyonu hâline dönüştürme niyeti var. Yani hakikaten herkesin katılabileceği bir toplumsal konsensüs arayan, Türkiye'nin bilmem kaç yıllık meselesini çok kritik bir eşikte topluca çözme niyetini yansıtan bir yaklaşım yok.
Mecliste daha kalabalık olabilirsiniz. Şu anda meclis dağılımını bu komisyona birebir yansıtıp, ‘’biz Mecliste çoğunluğuz. Dolayısıyla bu komisyonda da çoğunluğuz. Bizim dediğimiz olur, olacak’’ fikrini daha baştan koymak, önce komisyonu, ama aynı zamanda da sürecin gidişatını ciddi biçimde sıkıntıya sokacak. Birileri tarafından tabii ki ‘’sıkıntı’’ olarak tarif edilecek, ama Erdoğan açısından sıkıntı olarak tarif edildiği kanaatinde değilim. Tam da bu sıkıntı çıksın diye, tam da böyle anlaşılsın diye, CHP'ye şu günlerde çokça yansıyan, ‘’bu komisyona da, bu sürece de dokunmayın, bundan uzak durun’’ düşüncesini güçlendiren, DEM Parti'yi, o üçlü meselesiyle birlikte soktuğu sıkıntıda daha da zorlu bir duruma iten, süreci tamamen kendi kontrolünde ve kendi önceliklerine göre tanımlayarak yürütecek olduğunu baştan ilan eden, bu konuda bir tavır değişikliğinin işaretini vermeyip, tersine direncini tekrar gösteren bir tutum aldı. Dediğim gibi bu komisyon meselesi, şimdiye kadar kapalı giden süreci topluma, siyasete açabilecek bir kapıydı. Bu yüzden herkes önemsiyordu. Özellikle DEM Parti bu konuda yoğun çaba harcıyordu. Yine görüşme notlarından anlıyoruz ki Öcalan buna özel bir önem veriyordu. Hatta neredeyse bu komisyonu muhatap alacağını söylüyordu. Şimdi Erdoğan, bu çizdiği sayısal tabloyla, komisyonu muhatap almaya niyet eden, yani bütün siyaseti kendi muhatabı hâline getirmek isteyen Öcalan'a da ‘’muhatabın benim. Konuşacaksan benimle konuşacaksın’’ demiş oluyor aslında. Bence bu komisyon meselesinin sayısal meselesi sadece teknik bir mesele değil, niyeti tarif eden bir mesele.

Ruşen Çakır: Evet, siyasi bir mesele. Ekrem İmamoğlu’nun o röportajında söylediği çok önemli hususlar var. Bir kere, “Erdoğan bu süreci ve bu bağlamda da komisyonu bir anlamıyla otoriter rejimini ebedileştirmek için kullanmak istiyor. Biz buna izin vermeyeceğiz” diyor. Ama ‘’izin vermeyeceğiz’’ derken, ‘’sürece karşıyız’’ demiyor. ‘’Süreci başından beri destekledik, ama öneriler getirdik’’ diyor ve tabii orada yine aynı hususa geliyoruz. Bahçeli konusunda ayrı bir parantez açıyor. Ben ona özel olarak Bahçeli sorusu sordum, o konuda tahmin ediyordum diyecekleri olduğunu, o nedenle sordum. Onun için sordum ve bayağı bir şeyler söyledi. Hatta öyle ki, İmamoğlu ve Özgür Özel karşıtı birtakım çevreler o bölümün bir kısmını alıp sosyal medyada ‘’İmamoğlu oyuna geliyor’’ diye karşı propaganda yapmaya çalıştılar. Anladığım kadarıyla şöyle bir hesap var sanki, tutar tutmaz bilmiyorum, ama zaten İmamoğlu'nun sözlerine baktığın zaman, Bahçeli’ye çok da fazla yatırım yapmıyormuş gibi yapıyor. Ama yine de ayırıyor onu. Mesela Erdoğan'ın adını hiç zikretmiyor, Bahçeli'nin adını zikrediyor ve birtakım hatalara rağmen, büyük ölçüde de saygıyla zikrediyor. Anladığım kadarıyla şöyle bir şey var: CHP, bu işin içerisine daha genel anlamda, hukuku, temel hak ve özgürlükleri, demokrasiyi katmak istiyor. Çünkü sonuçta geri dönecek PKK'lıların topluma entegrasyonu gibi bir derdiniz varsa, hukukla, yasalarla bir derdiniz var. Var olan yasaların değiştirilmesi, olmayan yasaların çıkarılması gerekiyor. Yani bu komisyonun en çok yapacağı iş hukukla ilgili bir şey. Ama ortada şöyle bir şey var: Türkiye'de yargı bağımsız değil. Yani bütün bu düzenlemeler olsa da yargı bir yerde siyasi iktidara bağımlı olduğu için çok zor bir şey. Anladığım kadarıyla orada CHP'nin şöyle bir stratejisi var. Çok umutlular mı emin değilim. Ama oradan bir CHP, DEM Parti, MHP ekseni oluşturabilme, yani AK Parti'yi, daha doğrusu Erdoğan'ı bir anlamda dengeleyebilme gibi bir arayışları var. Tekrar söylüyorum, çok umutlu olmadıklarını da hissediyorum, ama bir denemekte zarar olmaz gibi düşündüklerini sanıyorum.
Bir diğer husus da şu. Komisyona gireceksiniz ya da girmeyeceksiniz. İYİ Parti komisyona girmeyeceğini söyledi ve duruşunu sergiledi. Önümüzdeki hafta sonu da süreç karşıtı mitinglere başlıyor. Eğer Mecliste olsaydı aynı şeyi Zafer Partisi de yapacaktı. Çağrılsaydı aynı şeyi o yapacaktı. Şimdi CHP'nin üzerinde komisyona girmemesi konusunda bayağı baskı var. CHP'nin komisyona girip girmemesi, çok ciddi bir stratejik ve siyasi bir tercih olacak. Girmenin de girmemenin de artıları ve eksileri var CHP için. Benim gördüğüm kadarıyla CHP'nin oyun planı, komisyona girmek, bir şeyleri komisyona kabul ettirmeye çalışmak, bir anlamda komisyonda etkili olmaya çalışmak, ama önünün tıkandığını görmesi hâlinde, kendilerine komisyonda da dar bir alan açıldığını görmeleri hâlinde yarıda bırakmak, sonuna kadar kalmamak. Yani masadan kalkmak. Böyle bir stratejinin daha baskın olduğu görülüyor. Onun da tabii ki ayrıca birtakım dezavantajları olabilir. Ben, riskli bir karar alıp komisyona girecekler diye görüyorum, ama hâlâ emin değil. Özellikle İbrahim Kalın'la yapılan en uzun görüşme CHP'nin görüşmesi, biliyorsun. Bir saat 45 dakika kadar görüştüler. Belli ki epeyce soru sormuşlar. Kalın da onlara bayağı birtakım detaylar anlatmış. Biliyorsun, ilk bölümünde Özgür Özel'le baş başa görüşmüş, sonra CHP heyetine bir sunum yapmış İbrahim Kalın. Aslında şu anda komisyonla ilgili esas olay, CHP'nin katılıp katılmayacağı meselesinde düğümleniyor. Rezervlerine kimse bir şey söylemez. Ama mesela İsmail Saymaz'ın haberinde, anladığım kadarıyla. DEM Partililer İbrahim Kalın'a, ‘’bu süreç CHP'lilere yönelik operasyonlarla beraber gidebilir mi?’’ diye soruyorlar. ‘’O siyasi bir konu’’ diyor, ona girmiyor.
Kemal Can: Neyse, en azından MİT Başkanı konunun siyasi olduğunu teyit etmiş oluyor.

Ruşen Çakır: Evet. CHP komisyona katılacak mı, onu bekliyoruz? En son Özgür Özel “Bakacağız, edeceğiz; kararımızı açıklayacağız,” dedi. Hâlâ ‘’katılacağız’’ demediler, ‘’katılmayacağız’’ da demediler. 31 Temmuz'a kadar bakalım CHP o 10 ismi verecek mi?
Kemal Can: Bir süredir hep şöyle bir akıl yürütme yapılıyor ya; bu aday tartışmalarında da, CHP'nin genel başkanı tartışmalarında da hep gündeme geldi: ‘’Erdoğan ne ister? Erdoğan'ın istediği buysa ters, diğeri doğrudur’’ mantığı. Erdoğan'ın demin konuştuğumuz davranışları CHP'nin komisyona girmesini istediğini mi gösteriyor, yoksa CHP'nin baştan, tıpkı İYİ Parti gibi dışarıda kalıp, hatta süreci de karşısına alarak bir pozisyona geçmesini mi istiyor? ‘’Erdoğan CHP'yi neye doğru itiyor?’’ diye bakalım. Yani buradan düşünmeye çalışalım. Tabii bu tek ölçü değil. CHP'nin kararını vereceği bir sürü parametre var. Bunlardan bir tanesi olarak bunu düşünelim. Süreçle ilgili olarak Erdoğan’ın o tarihi açıklamada söylediği, sonradan çeşitli biçimlerde tevil edilmeye çalışılan o üçlü tarif, üçlü bir ‘’biz’’ tarifi. Biraz önce konuştuğumuz gibi, bu komisyonu getirdiği hâl, bu süreç meselesine başından itibaren yaklaşımı, diğer taraftan diğer süreçleri, yani 19 Mart'la ilgili, biraz önce söylediğin gibi, CHP'ye dönük operasyonla ilgili tutumu, ama en çarpıcısı, biraz önce konuştuğumuz komisyon meselesi. Komisyon kritik bir şeydi. Bütün bunları bir araya getirdiğimizde, bize şunu gösteriyor: Erdoğan, şu anda CHP'ye gelen yüksek tazyikle gayet uyumlu bir biçimde CHP'nin komisyonda yer almamasını ve mümkünse karşısında yer almasını arzuluyor ya da CHP'yi buraya itmeye çalışıyor. Şimdi bu bir veri. Dediğim gibi bu, ‘’numara yapıyor, öyleymiş gibi gösteriyor gibi bir şey de olabilir. Aslında CHP'nin katılmasını sağlayarak oradan kendi meşruiyetini yaratmaya çalışıyor’’ diyenler de var.
Ama CHP'nin bu komisyona katılmasıyla sağlayacağı meşruiyete, en azından 19 Mart performansı açısından, o meşruiyete çok ihtiyacı varmış gibi davrandığını da görmüyoruz. CHP'nin kendi politikalarına onay vermesi, tıpkı Yenikapı’da, şurada burada olduğu gibi, eskiden gördüğümüz gibi, CHP'nin de kendi normalleşme sürecinde gördüğümüz gibi, CHP'yi de sert muhalefetten uzak tutan, onlarla diyalogun kapısını açan bir tutum içerisinde değil. Dolayısıyla, CHP'nin komisyona dâhil olmasıyla meşruiyet alanını büyütmek istese zaten bunu başka alanlarda da yapması gerekirdi. En azından DEM Partililerin İbrahim Kalın'a söyledikleri gibi, bir kere önce öbür tarafta frene basması gerekirdi. Denildiği gibi burayı bir meşruiyet zemini olarak kullanacaksın. Şimdi bunu da bir kenara koyalım.
Üçüncü bir şey, bunu defalarca konuştuk, bu sürecin hazırlanılan kısmı, o silahların bırakılması, 1 Ekim'de başlayıp bugüne gelen süreç tıkır tıkır işledi. O sürecin içerisine kimse dâhil edilmedi. O sürecin nasıl hazırlandığı, duyumlarla, kulislerle biraz anlaşılmaya çalışıldı. Dış politika dinamikleri, bölge dinamikleri, iç politika ihtiyaçları vesaire burada nasıl devreye girdi, kim kiminle temas etti, orası hâlâ kapalı bir alan. Ama bundan sonrasını açabilecek mesele bu komisyon olabilir. Fakat dediğin gibi, Erdoğan sadece sayısal olarak kendi kontrolünde bir şey yaratmanın ötesinde, fonksiyon olarak da çok dar bir şey tarif etmekten yana. Özellikle iktidar bu komisyona çok dar bir hareket alanı tarif etmekten yana. Fakat bunu veri kabul edip, “O böyle tarif etti. Dolayısıyla biz de bunun böyle olacağını varsayıyoruz” diyerek dışarıda durulduğunda, buna karşı cevap üretecek bir söz ve eylem serisi de yaratabilmek lazım. Yani sadece, “Biz oynamıyoruz, biz bu oyunun dışındayız” demek politik olarak ne kadar avantaj sağlar? Onu da CHP'nin hesaplaması gerekiyor.

Ruşen Çakır: Sözünü kestim, burada şöyle bir husus var. Olay aslında siyasi iktidarla Kürt hareketi arasında gerçekleşiyor ve CHP de, diğer muhalefet partileri de buna bir şekilde dâhil olmanın yollarını arıyor diyelim basitçe. Burada biz hep iktidarın, Erdoğan'ın perspektifine bakıyoruz, Bahçeli farklı ne yapabilir, ona bakıyoruz. Ama Kürt hareketi konusunda, tabii Kürt hareketi deyince önce Öcalan geliyor akla, sonra Kandil geliyor, En sonunda da DEM Parti geliyor, onlara pek bakmıyoruz. Ben en son Cemil Bayık’ın açıklamalarını okudum. Galiba Mezopotamya Haber Ajansı’na konuşmuş. Orada çok eleştirellik var. Yani çok yüksek sesle bir şey söylemiyorlar belki, ‘’bu iş böyle olmaz’’ falan demiyorlar; ama özellikle CHP konusunda çok önemli vurguları var. Benzer bir vurgunun daha önceki şeylerde Öcalan tarafından yapıldığını da biliyoruz.
Kemal Can: Hatta Cemil Bayık CHP meselesine değiniyor, ama daha çok altını çizdiği nokta, Erdoğan'ın süreci kendi öncelikleriyle kontrolüne alma riski. Yani tam demin konuştuğumuz şey.

Ruşen Çakır: Geçenlerde yaptığım Öcalan’la ilgili haberde https://medyascope.tv/2025/07/11/ocalan-ataturk-ten-sonra-tek-devlet-adami-var-o-da-bahceli-dir/ Öcalan'ın, mayıs ayı sonunda DEM Parti heyetiyle yaptığı görüşmede, komisyonla ilgili söyledikleri, Bahçeli ile ilgili övgüleri ve kendisine mektup yazacağı konusunda da benzer bir şey var.  Ama şunu kestiremiyorum tam olarak: Diyelim ki Erdoğan kendi inisiyatifinde bunu yapmak istiyor ve bu olayı dar bir alana sıkıştırmak istiyor. Tamam. Buna karşılık MHP'nin birtakım itirazları olabilir. Tamam. CHP komisyona girerek burayı değiştirmek isteyebilir, şu olabilir, bu olabilir. Peki, Kürt hareketi ne yapar? Yani onlar Erdoğan'ın çizdiği sınırı kabullenip sineye mi çeker, yoksa orada birtakım şeyler mi olur? Yani ‘’bu böyle olmaz’’ derlerse ne yapacaklar mesela? Fesih kararını, silah bırakma kararını iptal mi edecekler? Aslında çok çetrefilli bir olay. Olay bize şöyle gibi geliyor: Erdoğan bir şey istiyor, CHP başka şeyler talep ediyor. Erdoğan, “Siz bilirsiniz kardeşim, ne hâliniz varsa görün” deyip canına minnet mi yapacak ve bu işi geri kalanlarla yapacak mı acaba? Yani orada Öcalan ne diyecek ya da Kandil ne diyecek ve diyecekleri şeyin bir anlamı olacak mı?
Kemal Can: Bu konuya kısmen, tam olarak karşısında değil, ama içinde de yer almayan ve nasıl dâhil olacağı tartışılan CHP'nin pozisyonu açısından bakıyoruz. Aslında Erdoğan'ın birkaç başlık altında konuştuğumuz, süreci daraltma, aktörlerini azaltma ve önceliklerini dayatma serisine baktığımızda, burada en çok sıkıntıya giren, tam da senin söylediğin, Kürt hareketi. Çünkü asıl olarak onları sıkıntıya sokuyor, onları zora itiyor. Aslında onlar için komisyonun daha geniş olması, CHP'nin dâhil olması, siyaset alanı demek. Siyaset alanı demek, zaten Kürt siyasi hareketinin bu konuyu daha siyasi bir zeminde genişletmesi ve ilerletmesinin imkânı demek aslında. Erdoğan yaptığıyla CHP'yi sürecin dışına iterken, Kürt hareketinin hareket alanını da daraltmak istiyor. Yani hem komisyon hamlesiyle hem de sürecin çerçevesini daraltarak ve aktörünü azaltarak, o sürecin dışında kalanları siyasi alanın dışına itiyor. Ama sürecin içinde kalma niyetinde olanların da hareket alanını sınırlandırıyor. O yüzden de biraz önce tarif ettiğin itirazlar daha yüksek sesle söylenmeye başlandı. Belki önümüzdeki günlerde komisyonla ilgili tartışmalar daha çok büyüyünce, daha başka sözler de duyabiliriz. Dolayısıyla kaçınılmaz olarak Erdoğan, zaten bu üç sürecin çok basit bir matematikle tarif edilip, sadece İmamoğlu'nu tasfiye etmek, CHP'yi devreden çıkartmak ve rakiplerini elimine etmekten ibaret olmayan bir siyasi tasarım içeren, diğer aktörleri de son derece sınırlı hareket edebilen ve ancak kendisi bağlamında kendisiyle ilişkiler ve kendi önceliklerine mecbur eden bir tutuma sıkıştırmaya çalışıyor. Buna Bahçeli de dâhil.
Türkiye'de şöyle bir durum var. Bu ittifak sistemi oturduktan sonra, zaten var olan bu siyasi aritmetik meselesi iyice bir düşünce tembelliği yarattı. Her şey şöyle tarif ediliyor: İşte Cumhur İttifakı toplamı, Cumhur İttifakı’na şu mu dâhil oldu? O ittifaktan bu mu çıktı? Erdoğan'la Bahçeli arasında bir sorun varsa, bu ancak aritmetik olarak açıklanabilir bir şey. Bahçeli Erdoğan'ı artık Cumhurbaşkanı olarak desteklemiyor mu? Cumhur İttifakı’ndan ayrılacak mı? Ya da sürece girmiş olan DEM Parti demek ki Cumhuriyet İttifakı’nda. Böyle sadece aritmetik mantığıyla bakan bir siyasi sığlık oluştu. Bu şunu da anlamayı zorlaştırıyor: Bahçeli ile ilgili aylarca tartıştık. Bahçeli ile Erdoğan'ın bu sürece bakışları ve öncelikleri farklı. ‘’Ne yani istemiyor mu? İşte baklayı çıkardı’’ gibi tartışmalarla, ‘’bunlar aynı şeyleri istiyorlar, o zaman farkları ne?’’ gibi bir şeye geliyor. Aynı şeyleri istiyor olmaları, aynı önceliklere sahip olduklarını göstermiyor. Bunu defalarca gördük. Sen biraz önce, İmamoğlu'nun, Bahçeli'ye özel olarak birtakım başka roller biçmeye çalıştığını hatırlattın. Bunun karşılığını daha önce Özgür Özel'de de gördük. Çünkü orada süreçle ilgili öncelikler meselesindeki problem, bu son gelinen noktada daha da belirgin hâle gelecek. Çünkü o tarihi konuşmada, “Üstlendi süreci, yani bakın bu pozitif bir şey. İlk defa bu kadar güçlü üstlendi,” denildi ya, Erdoğan artık kendisini ilk defa merkezine yerleştiriyor olayın. Böyle bir tarafı var. Üstlenme, sahiplenme ya da şu değil. Sürecin arkasına geçip, süreci destekleyen bir pozisyon değil, sürecin kendisini desteklediği bir forma dönüştürmeye çalışıyor. Kendisini merkeze yerleştiriyor. Sürece hizmet etmiyor Erdoğan. Sürecin kendisine hizmet etmesinin yollarını açmaya çalışıyor. Bu da senin sorduğun soruya getiriyor. Sürece çok hevesli ve dâhil olan kesimleri asıl olarak sıkıntıya sokabilecek bir şey. Çünkü bu şu zorluğu yaratacak. Onlar açısından, Erdoğan'ın sıkıştırdığı darlıkta ‘’var mısınız, yok musunuz?’’ sorusundan daha fazlasına, iki olasılıklı cevaplardan daha fazlasına imkân verecek bir hareket alanı bırakmıyor. Böyle bir zorluğu var.

Ruşen Çakır: Tabii onun bırakmadığı malum, ama tek aktörün de o olmadığı malum. Diğer aktörlerin, sınırları genişletmek isteyecekleri malum ve o anlamıyla orada bayağı bir siyasi mücadele dönecek. Yani bir tür iktidar mücadelesi.
Kemal Can: Ama işte o siyasi mücadelenin olabileceği bir zemin yaratılması gerekiyor ya, o nerede olacak? Komisyon meselesi bu yüzden kritikti. Hep başından beri senelerce konuşulan, ‘’bu işin yeri Meclis’’ hikâyesi var ve aslında bu işin yeri Meclis. Dediğin mücadelenin platformu olabilecek alan orası. Şimdi o platform, birilerini dışarıda bırakarak ya da birilerinin içine girmemesini teşvik ederek daraltılırsa, yeni bir platform, yeni bir zemin yaratmak çok kolay değil. Nerede cereyan edecek o siyasi mücadele?

Ruşen Çakır: Buradaki sorun şu ki, parlamenter sistemde değiliz. Meclis bu işi çözecek derken, aslında başkanlık sistemi içerisindeki bir meclis, yani başkanın denetiminde, onun çizdiği sınırlar içerisinde. Bakalım diğerleri bunu genişletebilecek mi? Bugün biliyorsun İmralı heyeti yine İmralı'ya gidip döndü. Orada herhalde esas olarak komisyon meselelerini ve İbrahim Kalın'ın yaptığı temasları konuşmuşlardır diye tahmin ediyorum. Ama orada ne konuştuklarını bize söylemedikleri için bilmiyoruz.
Kemal, yarın Ankara'da CHP'nin Cumhurbaşkanlığı Ofisi açılıyor. Orası eskiden CHP'nin eski genel merkezi olup, parti okulu olarak kullanılan bina. Sen biliyorsundur o binayı ve nerede olduğunu. Cumhurbaşkanlığı Ofisi’ne galiba onun iki katını tahsis etmişler. Orada başlayacak. Çarşamba günü Ekrem İmamoğlu’nun, T24'te bir yazısı https://t24.com.tr/yazarlar/ekrem-imamoglu/refahi-ve-adaleti-demokrasiyle-getirecegiz,50842 çıktı. Bir manifesto gibi. Ama sonra öğrendim ki galiba haftada bir değişik temalarda yazıları çıkacakmış Ekrem İmamoğlu'nun. Bu yazı daha çok yargı, hukukun üstünlüğü, demokrasi üzerine bir yazı. Daha sonra ayrıca ekonomi, şu bu, değişik başlıklar gelecekmiş. Ama oradaki metne baktığımda, bana çok fazla Altılı Masa’yı çağrıştırdı. Yani Altılı Masa’da da böyle çok güzel laflar vardı, komisyonlar çok güzel metinler hazırladılar, ama sonra bunlar seçim kazanmaya yetmedi. Bir de, ben parlamenter sisteme dönülmesini savunan birisiyim, ama bu metinde görünce, bu yine Altılı Masa dedim. Orada güçlendirilmiş parlamenter sistem diye bir slogan temelinde başkanlık yarışına girdiler ve kaybettiler. Yani ortada garip bir durum var.
Şimdi Ekrem İmamoğlu nasıl bir kampanya yapacak? Tabii ki İmamoğlu’nun diplomasının iade edildiğini, kendisinin tahliye edildiğini, bırakıldığını yani aday olarak yarıştığını varsayıyoruz. Zaten o ofisin açılması da bu varsayımdan hareketle yapıldı, bu anlamıyla da doğru olanı yapıyorlar. ‘’Zaten Ekrem İmamoğlu'nun diplomasını da aldılar, zaten siyasi yasak da gelebilir’’ deyip vazgeçmediler. On beş buçuk milyon kişinin seçtiği aday diyerek, onun kampanyasını yapıyorlar. Ama ben o kampanyanın daha vurgulu, bildiğimiz, beklediğimiz şeylerin dışında bir şeyler söylemesi gerektiğini düşünüyorum. Önümüzdeki seçimin ana belirleyicisinin özellikle gençler olacağını düşünüyorum. İlk defa oy kullananlar ya da ikinci defa oy kullanacak olan gençler, ki burada Ekrem İmamoğlu'na ilgi Erdoğan'a kıyasla çok daha fazla, onu görüyoruz. Kampanyanın böyle bir şey olması lazım. Ama öteki türlü, böyle dikkatli, sakınımlı, ‘’bunu da söylemesek olmaz, bunu da söylemesek olmaz’’ deyip, sonra da böyle heyecansız metinlerle çıkarsa, açıkçası ben çok da başarı şansı görmüyorum.
Kemal Can: Şimdi bu parlamenter sistemi başa yerleştirip, yeni şeyler söylemeden parlamenter sistem etrafında bir metin kaleme almış olması, belki şununla da ilgili olabilir. Biliyorsun İmamoğlu daha önceki süreçte, daha çok, bu parlamenter sistemden hiç bahsetmemesi gibi bir şeyle biraz eleştiriliyordu. Hatta hatırlarsan, Mansur Yavaş, daha ikisi arasında bu adaylık tartışmaları kışkırtılırken, birdenbire parlamenter sistem vurgulu birkaç çıkış yapmıştı ve bu, çok konuşulan bir şeydi. İmamoğlu ekibi parlamenter sistemden bahsetmiyor diye konuşuluyordu. Hatta 2023 seçimi öncesinde, bu, yine gündemdeki konulardan biriydi. Belki Ekrem İmamoğlu, kalan bu tortuyu temizlemek ve o konuda nasıl bir perspektifi olduğunu anlatmak için, senin söylediğin o seri yazıların ilkinde bu vurguyu öne çekmek istemiş olabilir. Ama ben senin söylediğinden biraz daha fazlasını söyleyeyim. Bana Altılı Masa’yı çağrıştırdı diyorsun. Açık söylemek gerekirse, bence, çarpıcılık açısından, oradan çıkan metinlerden bile geride bir metindi. Gençler kimilerine göre artık zor heyecanlanıyorlar, ama ben aynı fikirde değilim; heyecanlanma biçimlerinin çok değiştiğini sanmıyorum. Gençler her zaman kazanma ihtimalinin güçlü olduğu durumlarda, kolay motive olan toplumsal kesimlerdir. Dolayısıyla her zaman önde olanın, dikkat çekici olanın, bakılanın, onlara doğru konuşması akıllıca bir şey. Ama bu metin sadece gençleri hareketlendirmek açısından değil, ortalama seçmene ürettiği cevaplar açısından da fazla sıradan geldi bana. Bugün toplumsal muhalefetin, meydanlarda oluşan hareketliliğin, değil Altılı Masa, daha sonra 2024 seçiminin bile daha ilerisine bir yere gitti. Daha kuvvetli şeyler söylemek lazım. Daha sisteme dair şeyler söylemek lazım. Hele ki şimdi söylediğin gibi Cumhurbaşkanlığı kampanyasına başlanırken, sadece parlamenter sistem meselesi açısından değil, yargı açısından da, temel tercihler açısından da bence daha vurucu, daha kuvvetli şeyleri dile getirmek lazım. Ama tabii burada şöyle bir sıkıntı var. Ekrem İmamoğlu hapiste ve onun bu tür metinleri, bu tür sloganları üretecek ekibiyle sürekli istişare hâlinde çalışarak bir şey üretmesi, önceki zamanlara göre çok daha zor. Özellikle kilit birtakım isimler de onunla birlikte hapiste. Bunları da tabii dikkate almak lazım, ama çeşitli yöntemlerle bu açığın, bu eksiğin kapatılması lazım. Mesela İmamoğlu bayrak kampanyası açtı hapishaneden. O da bir karşılık görmedi. Sonuçta hâlâ senin söylediğin gibi oranın cumhurbaşkanı adayı olarak bir sembol hâlinde olacaksa, İmamoğlu’nun hem hareketlilik anlamında, hem de muhalefetin şu andaki dinamizmini tekrar ateşleyecek bu tür çıkışları yapabilmesi, bunun arkasındaki lafı biraz daha kuvvetlendirmesi gerekiyor. Ama galiba senin söylediğin gibi, problem oluşturmayacak şeyleri daha çok öne koyarak, gündem oluşturacak konuları biraz geriye itmiş bir metin gibi geldi bana.

Ruşen Çakır: Evet. Kemal, noktayı koyalım. Atladığımız önemli bir şey yok galiba. Biraz Suriye meselesi var. Ama orada Tom Barrack Paris'te bir toplantı yapmış, İsrail ve Suriyelileri bir araya getirmiş. Neler dönüyorsa artık. Galiba Amerika Birleşik Devletleri o konuda bir şeyler yapıyor. Bir de tabii Öcalan'ın son görüşmesinden herhalde bir şey sızmaz, ama ana meselenin biraz Suriye olduğu, özellikle oradaki Kürtlere yönelik, Hakan Fidan'ın ‘’gözünüzün yaşına bakmayız’’ çıkışları oldu. Herhalde o şu anda beklemede duruyor. Onu önümüzdeki haftalarda konuşuruz. O zaman izleyicilerimize teşekkür edelim. Haftaya tekrar buluşmak üzere diyelim. İyi günler.
Kemal Can: İyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
03.08.2025 Türk solu bu sürecin neresinde?
01.08.2025 Beklenen komisyon kuruldu ve gözler yine CHP’nin üzerinde
31.07.2025 Türkiye hâlâ İslam dünyası için bir model mi?
29.07.2025 Süreci kim sulandırıyor, kim sahip çıkıyor?
27.07.2025 “Ulus devletçi değil demokratik ulusçuyum” diyen Öcalan’ın “demokratik entegrasyon” önermesi Kürtler için ne anlama geliyor?
27.07.2025 Beyaz Toroslu savcılar ülkesinde barış nasıl olabilir?
25.07.2025 İmamoğlu ve Özel’in süreç hakkındaki kaygıları haklı mı?
25.07.2025 Haftaya Bakış (277): Meclis komisyonu belirsizliği | CHP'nin yol haritası ne ola-cak?
25.07.2025 Prof. Mesut Yeğen ile CHP’nin yeni çözüm süreciyle sınavı
24.07.2025 Ekrem İmamoğlu, ifadesini alan Beyaz Toroslu savcıyla tartışmasını ilk kez Ruşen Çakır’a anlattı: “Bana ‘yarın siz Cumhurbaşkanı olursunuz, o zaman siz bizi yargılarsınız’ dedi”
03.08.2025 Türk solu bu sürecin neresinde?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı